Merzifon Gençlik Muhalefeti
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Merzifon Gençlik Muhalefeti

DEMOKRATİK LİSE MÜCADELESİNDE GENÇ DÜŞ'TEN LİSELİ GENÇLİK MUHALEFETİ'NE
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Marşlarımızın Tarihi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Destan

Destan


Mesaj Sayısı : 175
Kayıt tarihi : 11/04/08
Yaş : 33

Marşlarımızın Tarihi Empty
MesajKonu: Marşlarımızın Tarihi   Marşlarımızın Tarihi Icon_minitime7th Şubat 2009, 20:56

Anadolu tarihi nerede başlarsa, türkülerinin tarihi de o zamana dek uzanır. Türküler, marşlar da halkın tarihidir bir bakıma.



Tarihimizin Marşları, Marşlarımızın Tarihi - 1


Anadolu tarihi nerede başlarsa, türkülerinin tarihi de o zamana dek uzanır. Türküler, marşlar da halkın tarihidir bir bakıma. İsyanlarla yazılan tarihi, burjuva tarihçileri yok sayıp gizlemeye çalışsa da, türküler en sade diliyle anlatır o tarihi. Egemenin gizlemeye, unutturmaya çalıştığı, türkülerin dizelerine yüklenip, yüzyıllar boyunca tekrarlanır durur.

Baba İshaklar'ı, Bedreddinler'i, Pir Sultanlar'ı anlata anlata akar tarih ırmağı türkülerin dilinde.

Halklar karşılaştıkları her türlü baskıya rağmen, yaşadıkları topraklarda yaratılan kahramanlık destanlarını, efsaneleşen yiğitlerini en özlü şekilde türkülere, marşlara aktarmıştır. Marşlar, ritimleriyle, söylemleriyle, hayatın içindeki yerleriyle belli ölçülerde türkülerden farklılık gösterseler de, sonuçta beslendikleri kaynaklar hemen hemen aynıdır, tarih içinde benzer misyonları üstlenirler.

Bizim tarihimizde de, dünya halklarının tarihinde olduğu gibi marşları yaratan, büyük kavgalar, büyük direnişler ve kahramanlık destanlarıdır. Tarihsel akış içerisinde toprağa düşen halk önderlerine yakılan ağıtların halkın dilinde marşlara dönüştüğüne de tanık oluruz. Şeyh Bedreddin, Pir Sultan, Mustafa Suphi, Mahir Çayan gibi halk önderleri için yakılan ağıtlar aynı zamanda böyle bir özellik de taşır.

Devrim tarihimiz, Baba İshaklar'dan, Bedreddinler'den bu yana irili ufaklı yüzlerce ayaklanmanın mirasını taşımakla birlikte, 1920'lerden itibaren sosyalistler sınıflar mücadelesi arenasında şu veya bu şekilde yer alsalar da, gerçek anlamda bir çatışma süreci ve gerçek anlamda bir devrime yürüyüş, esas olarak 1960'ların ikinci yarısından itibaren başlar. Devrimin rüzgarını taşıyan coşkulu, kararlı marşlar da esas olarak bu dönemde duyulmaya başlanır.


Marşlarda İhtilal Var!

1960'ların ikinci yarısı; ülkemizin her geçen gün emperyalizme bağımlılığının pekiştiği, faşizmin, gericiliğin dizginsizce saldırıya geçtiği yıllardır. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı büyük bir öfke birikmiştir gençlikte. Bağımsızlık, mücadelenin o günkü koşullarında en hayati talep olarak öne çıkar. Gençlik, çok geçmeden bağımsızlıkla devrim arasındaki yalın ve dolaysız bağı kurar. Bağımsızlık için savaşla, faşizme karşı savaş birleşmiştir gençliğin pratiğinde. Gençliğin o dönemde en popüler marşı da bu birlikteliği anlatır:

Gün doğdu hep uyandık
Siperlere dayandık
Bağımsızlık uğruna da
Alkanlara boyandık

İşçi köylü hep beraber
Faşist düzene karşı
Halk savaşı veriyoruz
Emperyalizme karşı

Yolumuz devrim yolu
Gelin kardaşlar gelin
Yurdumuza faşist dolmuş
Vurun kardaşlar vurun


Bu marş, Kızıldere'de kuşatılacak olan devrimcilerin hep birlikte son olarak söyleyecekleri marşlardan biri olacaktır.

Daha sonraları Türkiye devriminin yolunu çizecek olan devrimci kadrolar, yaşadıkları tarihsel koşulların bir sonucu olarak ilk adımda o güne kadar ki geleneklerden büyük bir kopuş yaşarlar. Bu kopuş, teorik bir netleşme ve bu netleşmeye paralel bir pratik mücadeleyle tamamlanır. Bu kopuş sonucudur ki, mücadele artık iktidarı hedefler, bu kopuş sonucudur ki, o güne kadar olmayan bir şey olur ve ülkemizin şehirlerinde, kırlarında kurşun sesleri yükselir; "devrimin engebeli, sarp ve dolambaçlı yolları" artık böyle adımlanacaktır.

Türkiye devriminin yolundaki netleşme, daha sonraları, marşlarda da ifadesini bulacaktır. Mesela çok bilinen bir halk türküsü olan "Yaslı Gittim Şen Geldim"in ezgisiyle söylenen şu marş, teorik anlatımıyla da dikkat çekmektedir:

Asyanın batısında
Dev-Gençliler haykırır
Ancak halk savaşıyla
Oligarşi yıkılır

Dev-Gençliler liderdir
Liderler hiç durmazlar
Oligarşi yaşarken
Yorulup oturmazlar

Enternasyonalistiz
Savaşmamız gerekir
Katil oligarşiyi
Yıkmak bize görevdir

Devrim yoluna ilişkin teorik tespitlerin yanısıra, revizyonizmden, reformizmden kopuşu sağlamış bir devrimciliğin en temel özelliklerini de görmek mümkün bu marşta. Artık masabaşı devrimciliği, salon sosyalistliği, açık bir biçimde, kitlelerin dilindeki marşlarda mahkum edilmektedir.

Bu dönem, ülkemizdeki sınıflar mücadelesi tarihinin belki de en yoğun, en hızlı yaşanan kesitlerinden biridir. Sadece birkaç yıla, o kadar çok şey sığmıştır ki... Sadece bir kaç yıldaki teorik, pratik gelişmeler, o birkaç yıldaki yayınlar, eylemler, ülkemizdeki sınıflar mücadelesi ve sol hareketler üzerinde onlarca yıl sürecek etkilerde bulunmuştur.

Belki bu yoğunluk ve hızlılıktan dolayı, yaşanılan süreç içinde, o sürecin sanat alanındaki yansımaları çok fazla ortaya çıkamamıştır, gençliğin, işçilerin söyledikleri türküler, marşlar, daha çok o güne kadar ki halk türkülerinin, askeri marşların uyarlamaları şeklindedir. Türküler ve marşlar, bu dönemin ardından çok daha artacak, mücadelede daha fazla yer alacaktı.

Kuşku yok ki, marşların, türkülerin en çoğu da verilen şehitler üzerine olacaktı. Çünkü anlattığımız bu dönemin sonunda, Türkiye devrimci hareketi en değerlilerini, önder kadrolarını şehit verdi.


Marşlarda Şehitler Var!

Devrim mücadelesi karşısında korkuya kapılan egemenler, kendi iç çelişkilerinin de etkisiyle, baskıyı ve zulmü son haddine çıkararak sonunda 12 Mart Cuntası'nı gerçekleştirdiler. Cunta devrimcileri katlederek, hapishanelere doldurarak Türkiye devrimini boğmaya çalıştı. Ardı ardına toprağa düştü yiğitler.

71 sıcağında
Canım Nurhak dağında
Üç gerilla vurulmuş
Son mayıs sabahında

Mayıs'ın kanlı günü
Haziran'a dönüyor
Dağda isyan ateşi
Alev alev yanıyor

Aynı günlerde iki Adalı büyük bir şehrin orta yerinde yüzyüze gelmiştir düşmanla; marş onları anlatarak devam eder:

"Omzumuzda mavzerler
Dağlarda adım adım
Maltepe'de çarpışıyor
Yiğit iki Adalım

Takvimler 1 Haziran 1971'i gösterirken İstanbul Maltepe'de 51 saat süren bir çatışmanın sonucunda Hüseyin Cevahir şehit düşer, Mahir Çayan ise ağır yaralı olarak tutsaktır artık. Gerçekte, Maltepe direnişi, Türkiye solu açısından ilklerden biridir, ülkemiz devriminde kuşatma altında teslim olmama ve çatışma geleneğini başlatandır. O kadar ki, oligarşinin maaşlı katilleri bile kendileri için "beklenmedik" olan bu durum karşısında yer yer şaşkınlığa, hatta tereddüte düşerler. Mahir balkona fırlayıp aşağıda biriken halka şu konuşmayı yapabilir örneğin:

"Yoksul halkımız için dövüşüyoruz. Sizin için, sizler ve çocuklarınız için. Bağımsız Türkiye için..."

O gece sabaha dek bağımsızlık türküleri söyler Mahir ve Cevahir. Onlar konuştuğunda, onlar marşlara başladığında, bütün bunlara alışık olunmadığı için, bu anlar, kuşatmanın adeta her şeyin durduğu özel anları olarak geçer tarihe:

Adalılar türkü söyler
Susar faşist namlular
Cevahirim vurulmuş
Çarpışır gerillalar.

Bu tavır, elbette tüm devrimciler için bir mirasa dönüşecektir. Maltepe üzerine yazılan pek çok marştan biri, bu mirası dile getirecektir:

Burası İstanbul Maltepe
Cevahir vuruldu kahpece
Eylemin yadigar bizlere
kalacak Cevahir yoldaşım

Önce Nurhaklar, ardından Maltepe ve sonra Arnavutköy... Devrimci hareketin önder kadrolarından Ulaş Bardakçı, 19 Şubat 1972'de Arnavutköy'de elde silah şehit düşer. Kitlelerin dilinden onyıllarca hiç düşmeyecek en hüzünlü ve aynı zamanda en coşkulu marşlardan biri onu anlatır.

Hele Ulaş'a Ulaş'a
Ulaş benzerdi güneşe
Ulaş gardaş can veriyor
Yüreğim düştü ateşe

Ulaş'ın elinde mavzer
Mavzeri türküye benzer
Bizimkiler böyle ölür
Böyle ölür bizimkiler

Ulaş'ın katledilmesinden kısa süre sonra ise, Kızıldere yaşanır.


Marşlarda Kızıldere!

On devrimci şehit düşer Kızıldere'de. Artık adları "On'lar"dır ve On'lar'ı anlatır marşlar. Ağıtlar yükselir göğe:

Oy dere Kızıldere
Böyle akışın nere
On'lar biter mi sandın
Sana can vere vere

Dere bizim evimiz
Suyu alınterimiz
Söyle nedendir dere
Vurulur gençlerimiz

Dere böyle durulmaz
Gence kurşun sıkılmaz
Sanma faşist olandan
Birgün hesap sorulmaz

Hiç kuşku yok ki, Kızıldere ağıtlarına, marşlarına özel bir yer açmak gerekir böyle bir yazı içinde. Çünkü duygusal olarak da, siyasal olarak da, sonrasını en çok etkileyen direniş, Kızıldere'dir kuşkusuz. Çünkü Kızıldere anlatılmaksızın, o dönem anlatılamaz. Kızıldere'den söz edilmeksizin destanlar tamamlanmış olmaz...

12 Mart Cuntası döneminde devrimcileri katlederek devrim yürüyüşünün önüne geçtiklerini sanırlar; ama yanıldıklarını anlamaları uzun sürmez. Çünkü zulmün karşısında dimdik duran halklar yaşar bu topraklarda; parmak ile sayılmayan, kırmak ile tükenmeyendir onlar.

Bir de çoğuz çokta biriz
Ne evveliz ne ahiriz
Hepimiz birer Mahir'iz
Kanımıza kan isteriz

Parmak ile sayılmayız
Kırmak ile tükenmeyiz
Sabo der ki biz ölmeyiz
Kanımıza kan isteriz.

Kızıldere akmayacak
Boşa kurşun yakmayacak
Kavga burda bitmeyecek
Devrim için can veririz

Evet, Kızıldere'ye dair tüm ağıtlar, türküler ve marşlar, aynı kararlılığı vurgularlar; Kızıldere son değildir.. kavga orada bitmemiştir ve bitmeyecektir. Bu, Kızıldere'ye dair dizelerin neredeyse tamamının ortak vurgusudur. Çünkü oligarşi, "bitirdik, yok ettik" propagandasını en çok Kızıldere üzerinden yapmakta ve devrim kaçkınları da "bu yolun başarıya ulaşamayacağının" kanıtı olarak en çok Kızıldere'yi göstermektedirler.

Buna karşın, büyük bir sahiplenme vardır Kızıldere'ye ilişkin. Cepheli olmak, Mahirci olmak, öyle olmasa bile Kızıldere'de direnenleri sahiplenmek adeta aynı zamanda ahlaki bir tavırdır -ki öyledir de gerçekten. "Kızıldere adın ahire kalsın" diye başlayan bir marş, o sürecin ruh halini, düşüncelerini en iyi ifade edenlerden biridir:

Kızıldere adın ahire kalsın
Mahir yoldaş şanın ahire kalsın
Halklar düşmanını sarsın kuşatsın
Kızıldere sana biz de geliriz
Mahir yoldaş sana biz de geliriz
Gazetede yalan radyoda yalan
Oligarşik dikta zehirli yılan
En önde savaşır önderimiz Çayan
Kızıldere sana biz de geliriz
Mahir yoldaş sana biz de geliriz

Oysa, 12 Mart Cuntası'nın baskısı, terörü ve yarattığı korku, henüz tüm canlılığıyla sürerken, yine Dev-Genç'liler vardır; Mahir'in öğrencileri çıkarlar ortaya yine. Cüretleriyle çıkarlar:

Hey Dev-Genç'li,
Hey Dev-Genç'li
Savaş vakti yaklaştı
Al silahı vur beline
Emperyalizme karşı

Deniz Gezmiş, Mahir Çayan
Devrim için öldüler
Devrimciler ölür ama
Devrimler durmaz sürer

Onlar Dev-Genç'lidirler, kesintisizliğin güvencesidirler. Türkiye devriminin yolu, en yalın haliyle onların dilindeki iki mısrada özetlenir: "Al silahı vur beline / Emperyalizme karşı, oligarşiye karşı..."

O yoldan yürüyecek olanlar da inkarcılıkla istismarcılık arasında bocalayanlar değil, bu genç, militan kadrolar olacaktır.

'73-74'ten itibaren devrim mücadelesi yeniden toparlanır. Kızıldere yolunda yürüyenler doldurur meydanları. Örgütlenmeler oluşturulmaya başlanır hayatın her alanında. Dönemin marşları bir yandan katledilen, darağaçlarına çekilen devrimciler ölse bile mücadelenin sürdürüleceğine vurgu yaparken, bir yandan da baskı ve terör altında sinen, mücadele arenasından çekilenlere seslenir:

Bu meydanda cengimiz var
Er olan meydana gelsin
Faşistlere hıncımız var
Devrimciler safa gelsin

Kollarımız kopsa bile
Yüreğimiz tetik çeker
Bir devrimci ölse bile
Adı titretmeye yeter

Son sözümüz söylenmedi
Kavga yeni başlayacak
Bir devrimci ölse bile
Milyonlar var savaşacak

Tarih boyunca kaç kez "bitti" denilmiştir bilinmez. Bastırılmış her isyandan sonra, bir daha ayağa kalkamaz sanılmıştır halklar. Ama yanılmıştır böyle sananlar. Halklar sahip oldukları dinamiklerle yanıltmıştır onları. Bu yüzden "Dağlarda, sokakta, fabrikada, tarlada / Halkız biz yeniden doğarız ölümlerden" diyebildiği için, "bir devrimci ölse bile" sürmüştür kavga; boşa çıkmıştır egemenlerin hesapları.

Türküler, marşlar bitmez. Susmaz söyler ozanlar. Kimi zaman Serdari olur, "Kısa çöp uzundan hakkını alacak / bu düzen yıkılıp viran olacak" der; Kimi zaman da Şahhatai'dirler. Zalim, Nesimi'nin derisini yüzmüştür ama o, meydan okur halkının sözcüsü olarak:

Şahhatai der sırrını
meydana sermiş serini
Nesimi'nin derisini
yüzen gelsin işte meydan...

Yazımızın bu bölümünü, bugün için de çok yerinde ve anlamlı sözlerle örülü şu dizelerle bitirelim:

Bizler halkımızın özgürlük ışığıyız
Tükenmeyen Mahirler'in kanıyız
Hey Mahirler'in kanıyız
Mahir, Hüseyin, Ulaş'ı
bir daha anmak için
Birleşelim yoldaşlar
faşizmi yenmek için
Hey faşizmi yenmek için...

12 Mart'ta, Kızıldere'de devrimci hareketi bitirdiklerini sananlara karşı "son sözümüz söylenmedi daha" diyordu marş. Tam tersine, daha konuşmaya yeni başlıyorduk. Kızıldere'de o kerpiç evde savunulan vatanın bağımsızlığı, halkın özgürlüğüydü. Kızıldere'de yakılan ateş, devrimin yolunu aydınlatan bir meşaleydi. O yoldan ilerlemeye devam etti devrim mücadelesi.

Mahirler'in mücadelesini sürdürme iradesi gösteren tecrübesiz, genç ama cüretli kitlelerden gür, tok bir ses yükseliyordu eylemlerde:

vur ulan köpek dölü
vurduğun her bir ölü
canlanır çiçek açar
her çiçekte bin tohum
her tohumda vurduğun
bin yiğit doğar yaşar
... işte bak en öndeyiz
halkız biz tükenmeyiz
tarihler yazar bizi
biz tarih yazanlarız

Gerçekten de her tohumda bin yiğidin doğmasının canlı, somut bir kanıtı gibiydi 12 Mart sonrası. Hiç kimsenin, ne oligarşinin, ne solun hesap edemeyeceği kadar büyük bir Cepheli potansiyeli çıkmıştı ortaya. Hesap sorma isteğiyle, Mahirler'in bayrağını daha yükseklere taşıma isteğiyle doluydu gençlik:

12 Mart paşaları
Sermayenin uşakları
Kızıldere'nin kanları
Yanınıza kalmayacak

Bunun için örgütlenmeliydiler. "Gündoğdu hep uyandık"ın coşkusuyla yeniden büyük, binler, onbinler, yüzbinler olup yürüyen kortejler oluşturmalıydılar. "Yolumuz Çayanların Yoludur" yazmalıydı en önde.. Kızıldere'de fiziki olarak yok edileni yeniden yaratmalıydılar.

İnkarcılara, tasfiyecilere rağmen hızla gelişiyordu mücadele. Karşı-devrim de aynı hızla şiddetini artırıyordu.

Oligarşinin desteğindeki sivil faşist hareket, kontrgerilla işbirliğiyle kitlesel katliamlara yöneldi. 1 Mayıs 1977 katliamı, 16 Mart 1978 katliamı, Maraş, Çorum katliamları birbirini izledi.

Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
Bir Mayıs bayramı idi
Sorarlar bir gün, sorarlar

... Beş yüz bin emekçi vardık
Taksim Meydanı'na girdik
Öyle bir İstanbul gördük
Sorarlar bir gün, sorarlar

Ağıtlar ve öfkeli hesap sorma isteğini dile getiren marşlar, türküler vardı artık halkın dilinde. Belli ki çok büyük bedeller ödeyecekti halk. Belli ki varılacak yere kan içinde varılacaktı...

Çitler kesilir birer birer
Cop ve bomba altedilir
Biz ki gürleyen birer volkanız
Beyazıt patlayan krater
Mart'ın onaltısında yedi can Düştük gün ortasında yedi can
Bin dallı yasemen olup yeşerdik / faşizmin karşısında yedi can
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Marşlarımızın Tarihi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Merzifon Gençlik Muhalefeti :: Kültür-Sanat-Bilim-
Buraya geçin: